HABERLER & DUYURULAR

Tümü

MAKALE-YAZI

Tümü
Mustafa Yılmaz

Eğitimi TV Şovuna Dönüştürelim (mi?)

    Devirler değiştikçe insanlar, insanlar değiştikçe de insan ilişkileri farklılaşıyor. Birkaç yıl öncesinde insanlar için çok normal olan adetler, tavırlar ve normaller süreli “yeni normal”lere dönüşüyor ve eskiler yadırganır oluyor. Bunu yüz yıl öncesine taşırsanız iş tamamen içinden çıkılmaz bir hal alıyor.  Eğitim de bu değişimin içinde hep “ana akım” rüzgarların peşinden sürüklenen bir yaprak gibi kendine rol kapmaya çalışıyor. Önceleri davranışçı kuramın gölgesinde öğretmen merkezli olmaya çalışırken sonraları yapılandırıcı kuramın fırtınasında öğrenci merkezli görünmeye çalıştı. Şimdilerde ise ne olduğunu bilememeyi post modernliğin kuantum çıkmazında bir maharetmiş gibi gösterip kusurlarını örtmenin derdinde. Neyse, konumuz bu olmadığı için Ömer Seyfettin’in söylediği gibi yapalım ve sadede gelelim. Özellikle öğrenci merkezli eğitimle birlikte öğretmenlerde “dersi sevdirme” endişesi baş gösterdi ve bilgiyi mal, öğretmeni satıcı, öğrenciyi ise müşteri gibi gören bir anlayış gelişti. Öğretmenler, Ahfeş’in Keçisi hikayesindeki gibi müşterisiz kalan öğretmen durumuna düşmemek için biraz şova biraz eğlenceye biraz da teknolojiye yelken açıp derslerini ilgi çekici hale getirmeye yöneldiler. Haksız sayılmazlardı çünkü devir değişmişti. Eskide ısrar eden öğretmenler çok zorluk çektiler. Halen de zorluk çeken mebzul miktarda meslektaşımız mevcut malesef. Bu girizgahı yapmamın sebebi, konuyu çok daha dramatik bir dönüşüme bağlama gayretidir. Önceki dönüşümler zordu ama içinde bulunduğumuz dönemde yaşanan dönüşümler çok daha zor olacak. Neden mi? Mart ayından itibaren pandemi nedeniyle okulların tatil edilmesi ve uzaktan eğitime geçilmesi birçok değişmezi değiştirdi, yıkılmazı yıktı. Uzaktan eğitim için kurulan EbaTV’de “en iyi öğretmenler” tarafından dersler anlatıldı. Evet o öğretmenler özel olarak seçilen iyi öğretmenlerdi ama hiçbirinin kamera karşısında ders anlatma tecrübesi yoktu. Bir kameranın karşısına geçip yirmi dakika içinde teklemeden, bir merceğin içine bakarak ders anlatmak bilinen “iyi öğretmen” yeterliklerine hiç uymuyordu. Hala da uymuyor. Uzaktan eğitimle bu ilk tanışmamız sayılır. Zira yaklaşık yüz yılı bulan Milli Eğitim tarihimizde derslerin sistematik bir şekilde kayda alınması ve öğrencilerin hizmetine sunulması projesi hayata geçmedi. Uzaktan eğitimle bu ilk tanışmamız, kısa süreli bir birlikteliğe de hiç benzemiyor. Pandeminin devam etmesi de etmemesi de uzaktan eğitimin hayatımıza yerleşmesi gerçeğini değiştirmeyecek gibi. Çünkü herkesin tatile çıktığı bu yaz aylarında Millî Eğitim Bakanlığı yoğun bir mesai ile önümüzdeki yılın uzaktan eğitim içeriklerini üretmeye devam ediyor. Neyse, sadede gelelim. Televizyon, tablet, telefon veya başka bir platformda ders anlatmanın ortak bir yönü var: Ekran yüzü olmak. Bu ifadeyi ciddiye almak gerekiyor çünkü pandemi sürecinde kamera karşısına geçerek ders anlatan öğretmenler bunun sıkıntısını çokça çektiler. Bazıları çok durağan ve yavaş anlatmakla eleştirildi, bazıları işin suyunu çıkarmakla itham edildi. Bazıları gitar çalıp şarkı söyledi, bazıları dersi oyuncak ayılarla işledi. Kimi beğenildi kimi beğenilmedi ama bunların hiçbiri bilinçli bir eğitim tavrı değildi. Belli olan bir gerçek var ki kamera karşısına olmakla (buna web kameraları da dahil) sınıfta olmanın gerçekleri bir değil. Bu “gerçeklerin savaşı” önümüzdeki dönemde de devam edecek gibi görünüyor ve asıl üzerinde düşünmemiz gereken hususlardan biri de budur. Nedir bu gerçekler? Öncelikle televizyonun gerçeklerine bakalım: Televizyon her şeyden önce bir şov aracı. Kendine mahsus kuralları, incelikleri ve jargonu var. Bu kurallar 7’den 70’e herkesin zihinlerini, düşlerini, düşüncelerini şekillendirmiş durumda. Reklamlarda görüntülerin her iki saniyede bir değişmesi; müzik, ses ve hareketle bir tür hipnotizma meydana getirilmesi bunun en tipik örneği. İnsanlar televizyonla bu kuralları çoktan sindirdi ve kabullendi. Tartışma programlarında (çoğu kez önceden kurgulanarak) gerginlik çıkartılması, dizi ve sinemalarda sürekli beklenmeyen gelişmelerle seyircinin pamuk ipliğine bağlı konsantrasyonunun elde tutulması da bu kurallardandır. Seyirci bunlara öylesine alışmıştır ki, bir tartışma programında beş saniyelik bir sessizlik bile olağan üstü bir durum gibi yadırganır. Peki eğitimin gerçekleri böyle midir? Elbette hayır. Sınıfta sessizlik, düzen ve kendi kendine çalışma çok normal ve istenen bir durumdur. Eğitimin ciddiyeti (suratsızlıkla ciddiyetsizliği karıştırmayalım) ile televizyonun ciddiyetsizliği önümüzdeki dönemde yukarıda bahsettiğim “gerçeklerin savaşı”nın iki tarafı olacak. Yani sözün özü: Eğitim mi yapacağız, şov mu yapacağız? Yoksa bu ikisini birleştirip bir denge mi arayacağız? Birleştirebilirsek bunun okuldaki yüz yüze eğitim süreçlerine olumlu-olumsuz etkileri ne olacak?.. Zorla okula getirdiğimiz öğrencilere ciddiyetle ders anlatmanın bir sakıncası yoktu ama o öğrencileri ekran başına getirip ders boyunca orada tutmak istiyorsak o zaman oyunu televizyon kurallarına göre oynamak zorunda kalacağız. Çünkü artık kendi mahallemizde (sınıfta) olmayacağız. Eğer bu oyunu televizyonun kurallarına göre oynamayı başaran öğretmenlerle uzaktan eğitim yaparsak o zaman okula döndüğümüzde öğrencilere okulun kurallarını nasıl beğendirebileceğiz? Önceden televizyonun etkileri okulu dolaylı olarak etkiliyordu: Öğrenci ilgisini dağıtan reklamlar, ahlaki bozulmalara sebep olan filmler vs. Ama bu durumda televizyonun kendine has kuralları doğrudan eğitimin normlarını, öğretmenin kredibilitesini, eğitim içeriğinin albenisini etkiler duruma gelecek. Bunların hepsini şimdiden ciddiyetle düşünmeli, tartışmalı ve uzlaşmalıyız. Bugün eğitimle ilgili birçok şey için “Dönülmez akşamın ufkunda” olmakla olmamak çizgisindeyiz. Birçok şeyi çok önceden kaybettiğimizin farkındayım. Ama eğitim o kadar önemli bir konu ki ne kadar çok şey kaybetseniz de kaybedilmeyen birkaç şey kaybedilenler kadar önemli olmaya devam ediyor. Bu son cümle de tam televizyonluk oldu. Yoksa ben de zaten çoktan değiştim mi? Estağfirullah.

Muhammet Yılmaz

Öğreten Sınıflar Öğrenen Sınıflara Nasıl Dönüştürülür? (Bir Etkinlik ve Uygulama Örneği)

Yerleşik okul modelinde, öğretme-öğrenme mekânı sınıftır. Öğrenciden sınıfta sırasına oturması, kitabını defterini açması, kalemini eline alıp öğretmeni beklemesi istenir. Öğretmen, öğreten kişi olarak sınıfa gelir, çoğunlukla anlatım ve soru cevap yöntemlerini kullanarak dersi işler ve bitirir. Buna öğreten sınıf diyoruz. Öğreten sınıfta çoğu zaman öğretmen merkezde, özne, etkin ve bilgi aktaran pozisyonunda; öğrenci bir nesne gibidir, pasiftir, edilgendir ve bilgiyi depolayan kişi pozisyonundadır. Çağımızda bilgiye ulaşma yolları kolaylaştı, eğitim teknolojilerinde yeni gelişmeler oldu, eğitim yaklaşımları değişti, çocuklar farklılaştı ve mızrak çuvala sığmamaya başladı. Sınıflar sıkıcı bir yer oldu, öğretmek zorlaştı,  öğrenciler okula gelmek istemez oldu ve böylece devamsızlıklar arttı. Okul ve sınıf ile ilgili dönüşüme olan ihtiyaç daha fazla hissedilmeye başladı. Çocuklar ve sınıf dışı çevresel şartlar eğitimcinin kontrolü dışında değişiyor. Fakat bazı şeyleri değiştirmek eğitimcilerin elindedir. Eğitim yaklaşımlarını, okula ve sınıfa bakış açısını ve öğrenme stratejilerini değiştirmek eğitimcinin elindedir. Bu arada okul ve sınıfın fiziki yapısı ile ilgili ezberleri bozup farklı düzenlemeler yapılabileceğini de kabul etmek gerekir. Şunu da belirtmek gerekir ki, sınıfların kalabalık oluşu, müfredatın bağlayıcılığı ve sınava odaklılık arttıkça öğrenen sınıflar oluşturmak zorlaşır. Ancak bazı ufak tefek değişikliklerle, şartları zorlayarak, mevcut sistem içinde öğreten sınıfları öğrenen sınıfa dönüştürmek de mümkündür. Peki, öğreten sınıf ile öğrenen sınıf arasında ne fark vardır? Bu soruya çok farklı açılardan cevap verilebilir. Ancak biz, örnek bir etkinlik üzerinden ders uygulamasını ve sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyoruz. Önce bir konu ve kazanım belirleyip örneğimizi onun üzerinden işleyelim. Dersimiz Hayat Bilgisi, konumuz “Aile içi görev ve sorumluluklar”, kazanımımız da “Aile içi görev ve sorumluluklarının farkında olur” şeklinde olsun. Öğreten sınıfta bir ders: Öğreten sınıfta, “Aile içi görev ve sorumluluklar” konusu en iyi ihtimalle kısaca şöyle işlenir: Öğretmen, biraz ailenin öneminden ve birlikte yaşamanın gerektirdiği sorumluluklardan bahseder. Bir öğrenciye kitaptan birkaç paragraf okutur veya bütün öğrencilerin konuyu okumasını ister. Öğrencilere bazı sorular sorar. Verilen cevapların bazılarını tahtaya yazar veya yazdırır. Tahtaya yazılanlar üzerinden bazı örnekler vererek konuyu anlatmaya devam eder. Öğrencilere birkaç soru sorarak cevap ister ve dersi böylece bitirir. Öğreten sınıfta öğrenciler öğrenmiş gibi görünür, öğretmen öğretmiş gibi hisseder fakat gerçekte davranışa dönüşebilecek bir öğrenmeden bahsetmek pek mümkün değildir. Çünkü öğrenciler yeterince işe koşulmamış, zihinleri ve duyguları harekete geçirilmemiş, bilgi ve düşünce geliştirmeleri sağlanmamış, hazır bilgiyi tüketmelerine zemin hazırlanmıştır. Yapılması gereken yapılmadığı için, öğrencilerin bilgileri içselleştirmeleri ve aile içi sorumluluklarını yerine getirme konusunda davranış geliştirmeleri pek mümkün olmayacaktır. Öğrenen sınıfta bir ders: Öğrenen sınıfta öğretmen, önce konuya dikkat çeker ve merak uyandırır. Sonra öğrencilere güvendiğini ve bu konuyu arkadaşlarıyla birlikte kendilerinin öğrenebileceğini söyleyerek teşvik eder. Öğretmen bir etkinlik düzenleyeceklerini, bu etkinlikte önce bireysel sonra grup olarak çalışacaklarını, kitaptan yararlanabileceklerini, eğer imkân varsa internetten araştırma yapabileceklerini, kendi aralarında konuşup tartışarak fikir üreteceklerini, bazı konularda uzlaşarak ilkeler belirleyeceklerini anlatır ve öğrencilere yönerge verir. Öğretmen tahtanın başına “Aile İçi Görev ve Sorumluluklar” yazar. Tahtayı çizgilerle dörde böler. Öğrencilerden de aynı şeyi defterlerine yapmalarını ister. Birinci bölüme evde babaların/yetişkin erkeklerin, ikinci bölüme annelerin/yetişkin kadınların, üçüncü bölüme çocukların, dördüncü bölüme de ayırım gözetmeksizin herkesin yapması gereken görev ve sorumluklarla ilgili birer örnek yazar. Sonra da öğrencilerden benzer şeyler yazmalarını söyleyerek onlara beş dakika süre verir. Bireysel çalışma bittikten sonra öğrencileri dörder kişilik erkek ve kız gruplarına ayırır. Sınıf karma değil ise etkinliği buna göre uyarlar. İlk grup çalışmasında herkesin yazdıklarını arkadaşlarına okumasını ve neden öyle düşündüğünü birbirlerine anlatmalarını ve görüşlerini savunarak arkadaşlarını ikna etmelerini ister. Eğer aynı görüşte değillerse, tartışarak uzlaşmalarını ve uzlaştıkları ilkeleri yeni bir kâğıtta/tabloda toplamalarını ister. Grup çalışması sırasında sınıfın içinde dolaşarak öğrencileri yönlendirir. Onları tartışmaya, fikirlerini savunmaya, gerektiğinde düşüncelerinden vazgeçmeye ve uzlaşmaya teşvik eder. Süre bittikten sonra grup çalışmasının ikinci bölümüne geçer. Bu sefer olaya farklı baktıkları için ve birbirleriyle empati kurmaları amacıyla kız ve erkeklerden karışık gruplar oluşturur. Bir önceki grupta oluşturulan grup kâğıtlarını beraberlerine alarak yeni gruplara katılmaları sağlanır. Kızlarla erkeklerin aynı konuyu yeniden tartışmaları ve uzlaştıkları ilkelerle yeni bir grup tablosu oluşturmaları istenir. Yeterli bir süre sonunda grup çalışması bitirilir. Sözcülerden yazdıkları ilkeleri sınıfta paylaşmaları istenir. Çalışmanın sonunda öğretmen ortak ilkeler ile tahtadaki tabloyu doldurabilir. Ayrıca bazı önemli noktalar sınıfça tartışılabilir. İhtiyaç duyduğu taktirde öğretmen, bazı konuları açıklayarak, sorular sorarak, sorulara cevap vererek veya başka bir etkinlik ile dersi sonlandırabilir. Sonuç olarak, sınıfı öğrenen sınıfa dönüştürebilecek bu ve benzeri etkinlikler eğitime ne kazandırır? 1. Ders sıkıcı olmaktan çıkar, keyifli bir öğrenme ortamı oluşur. 2. Öğrenci merkezli bir eğitim anlayışı hayata geçmiş olur. 3. Öğrenme kolaylaşır ve kalıcı hale gelir. 4. Öğrencilerin düşünce ve duygularını harekete geçirmelerine ve onları ifade etmelerine fırsat verilmiş olur. 5. Farklı düşünceleri dinleme, anlayış gösterme, tahammül etme, hoşgörülü olma değerlerinin toplumda yerleşmesine katkı sağlanır. 6.  Çok etkili bir yöntem olan akran öğrenmesinin önü açılır. 7. Öğrencilerin düşünce üretmeleri, bilgiyi yapılandırmaları ve kendi kendilerine öğrenmeleri sağlanmış olur. 8.  Öğrencilerin, düşüncelerini ifade etme, onları savunabilme ve karşısındakini ikna etme becerilerini geliştirmesi sağlanır. 9. Çocuklar, daha doğru bir bakış açısı duyduklarında, kendi düşüncelerinden vazgeçme deneyimleri yaşarlar ve fikirleri değiştirmenin olağan bir şey olduğunu öğrenirler. 10. Öğrencilerin bilgileri içselleştirmesi ve böylece davranışa dönüşmesi sağlanır. Öğrenen öğretmenlere öğrenen sınıflar dilerim. Muhammet YILMAZ Eğitimci-Yazar  

Diğer makaleler

YAKIN TAKVİM

Mart 2024
18  -  24 Mart
25  -  31 Mart
Nisan 2024
1  -  7 Nisan
8  -  14 Nisan
15  -  21 Nisan
22  -  28 Nisan
Daha fazla göster

İLETİŞİM

E-posta bültenimize abone olarak gelişmelerden hemen haberdar olabilirsiniz.

Aboneliğinizi dilediğiniz zaman epostada bulunan çıkış linki ile iptal edebilirsiniz.

E-posta adresiniz

Haberdar olmak istediğiniz konuları seçebilirsiniz.

Bizi sosyal medyadan takip edin.




İletişim bilgilerimiz

Eposta: [email protected]
Telefon:
0 (212) 512 19 88
0 (212) 512 19 89
0 (212) 512 19 90
Faks: 0 (212) 512 19 91
Adres: Süleymaniye Cad. Elmaruf Sk. No:3 Fatih/İSTANBUL
Haritada göster